top of page

FİLM TERAPİ UYGULAMALARI

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

OKUL ORTAMINDA " FİLM TERAPİ " UYGULAMALARI 

  BİR ATÖLYE / WORKSHOP ÇALIŞMASI 

                                              

ÖĞRENCİLER İLE BİRLİKTE FİLM GÖSTERİMLERİ VE PSİKOTERAPÖTİK ANALİZLER

KONAK ANADOLU İHL PDR SERVİSİ PROJE KOD: UW-015 / V1.v.2D

 

ÖNSÖZ

 

2014-2015 Eğitim ve Öğretim Yılı’ nda Konak Anadolu İmam Hatip Lisesi ve Hisar Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi öğrencileri ile Film Terapi Uygulaması / Atölye Çalışması – Workshop için KONAK & HİSAR KIZ ANADOLU İHL PDR Servisi olarak KOD: UW-015 / V1.v.2D no'lu bir proje hazırladık ve okul yönetiminin oluru ve desteği ile uygulamaya koyduk. Proje uygulaması 2015-2016 Eğitim ve Öğretim Döneminde de devam edecektir.

 

Projeye verdikleri maddi ve manevi destekten dolayı başta okul müdürü Sayın Ali KAYA olmak üzere, okul Md.Yrd. Sayın Rukiye DOĞRU ile tüm okul yöneticisi ve öğretmenlerimize özel teşekkürü PDR Servisi uzmanları olarak bir borç biliriz.

 

AMAÇ VE KAPSAM

 

Projenin amacı öğrencilerin psikopatolojik yapılarını ön plana çıkarmak ve teşhis koyup etiketleyip, tasniflemek olmayıp, öğrencilerde Psikolojik Sorunlar ve Hastalıklar hakkında bilgilenme ve iç-görü kazanmalarını amaçlamaktadır. Ayrıca bir diğer önemli amaç toplumda birlikte yaşadıkları Engelli Bireyler hakkında bilgi ve iletişimlerinde farkındalık geliştirebilmeleridir.

 

Proje okulumuzun tüm Hazırlık, 9. 10. 11. ve 12. sınıf öğrencilerini, okulumuzda görev yapan tüm branşlardaki öğretmen ve okul idarecilerini kapsamaktadır.

 

HEDEFLER

 

Okul Ortamında Film Terapi Uygulaması Bir Atölye Çalışması-Workshop hedefleri;

 

1- Öğrencilere 1 eğitim ve öğretim yılı süresince konu ve içerik analiz ve tasnifi yapılmış en az 5 film izlettirmek ve bu filmlerin psikoterapötik analizlerini içeren atölye çalışmaları / workshop ‘ larını interaktif uygulama süreci ile gerçekleştirmek.

 

2- Öğrencilerde zaman, mekan, olay algılarını geliştirerek, davranış ve olaylara neden-sonuç ilişkisi üzerinden bakarak analitik düşünce kazanmalarını sağlamak.

 

3- Toplumda Engelli Bireylerin % 10 gibi oldukça yüksek bir oranda olduklarını bilmek ve onların yaşam koşullarının iyileştirilmesinde aktif olarak kamuoyu gücü oluşturmak.

 

4- Engel Grupları hakkında detaylı bilgi sahibi olmalarını ve Engelli Bireyler ile birlikte yaşama beceri ve kültürlerini geliştirmek.

 

5- Kendi ruh ve beden sağlıklarının korumalarının önemini ve yollarını bilmek, bu konuda gerekli kişisel ve profesyonel önlemleri almak.

 

6- Okul ve yaşadıkları çevreye uyumlarını, kişisel, iletişim ve sosyal becerilerini geliştirmek ve kendi potansiyelleri hakkında doğru değerlendirmelerde bulunmalarını sağlamak.

 

YÜRÜTME

 

Bu proje okul müdürü himayesinde, ilgili şubelerin müdür yardımcıları ve okul PDR Servisi uzmanlarınca, okulun Dolby Dıgıtal - Dolby Prologıc Surround II – AudıoVısual donanımlı Okul Konferans Salonu ve Okul Cep Sineması’ nda yürütülmektedir.

 

FİLM TERAPİ HAKKINDA

 

Film terapisi, sinema filmlerinin psikoz bozukluklar haricinde bazı psikolojik sorunların tedavisinde kullanılması yöntemine dayanan bir “Grup Uygulaması” dır.

 

Tarihçe

 

 Yöntem, ilk olarak Gary Solomon'ın 1995 yılında yayınlanan The Motion Picture Prescription: Watch This Movie and Call Me in the Morning: 200 Movies to help You Heal Life's Problems adlı eseriyle öne sürüldü. College of Southern Nevada'da psikoloji profesörü olan Solomon, kitabında 200 kadar filmin oyuncu kadrosu, hikâyesi, terapide kullanılacak iyileştirici temaları ve yorumlarıyla birlikte ele almıştı. Film terapisini terapi seanslarında ilk uygulayanlar ise ABD'li psikiyatrist çift David Cambronne ve Jan Hasley oldu.

 

Kullanımı

 

Uzman eşliğinde rahatsızlığın türüne göre seçilen film izlendikten sonra uzman, kişiyle film hakkında konuşmakta ve hikâye ve karakterlerin davranışlarıyla kişinin karşı karşıya kaldığı sorunların önce açığa çıkarılması sonra giderilmesi amaçlanmaktadır. Film veya kliplerini, depresyon, huzursuzluk, öfke, sinirlilik ve korku faktörlerinin iyileşmesinde yardımcı metot olarak kullanılmaktadır.

 

Film terapisinde psikiyatristler, psikologlar, terapistler, akademisyenler, eğitimciler 8-12 kişilik hasta gruplarına onların ihtiyaçlarına göre örneğin ilişkilerindeki sorunları, bağımlılıkları veya yaşadıkları travmalarına yönelik temaları içeren filmleri seyrettirirler. Haftada bir gerçekleştirilen seanslarda katılımcıların gösterdikleri gelişmeler uzman tarafından kayıt altına alınır.

 

Film terapisi, bilişsel ve davranışsal yaklaşımlar için destekleyici, tedaviyi destekleyici, hızlandırıcı bir araç olarak da kullanılmaktadır. Terapide hikâyeler, mitler, espriler ve rüyalara benzer şekilde kullanılabilen metaforlar olan filmler hastanın bilişsel yapısını anlamayı kolaylaştırmakta ve aynı zamanda izlediği filmdeki davranışa öykünerek tedaviye daha açık olmaktadır.

 

Konu hakkında bir de kitabı bulunan psikiyatrist Fuat Ulus'a göre filmi seyrederken düşünce, his ve inançlarımızın projeksiyon denilen bir yansıtma mekanizmasıyla filmdeki olay ve karakterlere ulaşmakta, karakterlerle özdeşleşerek (identifikasyon) ya algılamakta ya da reddetmekte ve farkında olmadan karakterlerin yerine geçmekte, daha sonra introjeksiyon denilen bir başka bilinçaltı akım ile olayları kendi dünyamıza çekmekteyiz. Film bittiğinde ise öğrendiklerimizle öfke, huzursuzluğumuz ve depresyonumuz da hafiflemeye başlamaktadır. Ulus kaliteli bir psikolog elinde filmlerin bir ilaç kadar tesir edebileceğini de öne sürmektedir.

 

FİLM TERAPİ UYGULAMA

 

Belli periyotlarda, belli bir sinema filmi seçilerek, belli psikopatolojik gruplardan insanlara izlettirilen, film sonunda uzmanların katılımlarıyla gerçekleştirilen seanslara “ Filmterapi ” demekteyiz. Burada amaç filmdeki konuyla ilgili uygun grupların ayarlanması ve bu kişilere beyaz perdede filmi izlettirmek temel alınmaktadır. Akabinde grup terapisine benzer bir yöntem ile uzmanların yönlendirmesi ve soru-cevap şeklinde katılımcıların filmle ilgili fikir, görüş, düşünce ve duygularının aktarılması istenir. Filmde kendilerine en yakın hissettikleri karakterlerin yanı sıra, filmin hangi sahnelerinden ne kadar etkilendikleri konusuna kadar birçok soru sorulur ve ön planda katılımcının aktif olduğu bir süreç olarak tarafımızdan uygulanmaktadır.

 

Filmterapi için seçilen filmin salonda bulunan kişilerin durumlarıyla yakından ilgili olmadır ki, bu aşamada katılımcıların analizlerinin iyi yapılmış, öykülerinin tam anlamıyla alınmış olması koşulu kaçınılmaz olmaktadır. Aksi halde kişi neden şuan da diğer insanlarla birlikte olduğunu sorgulamak isteyecektir.

 

Analizi yapılmış iyi şekilde yapılmış olan kişilerin, filmde hangi kareleri ve hangi karakterleri kendine yakın bulacağıyla ilgili, Filmterapi ye katılan uzmanın bir öngörüsü hali hazırda zaten bulunmaktadır. Dolayısıyla film sonunda danışanlarının görüşlerini alan uzmanlar bir nevi teyit aldıklarını görüyor olmaları işin en keyifli kısımlarındandır.

 

Kişiler kendileriyle ilgili kareler buldukları filmi anlatırlarken, bundan keyif aldıklarını belli ederler ve her sinematerapi seansından sonra kişilerdeki o rahatlamış olma durumunu sezebilmeniz mümkün olabilmektedir.

 

Temel amaçlardan birisi de kişiye içgörü kazandırmaktır. Çünkü Filmterapi için seçilen filmler bu yönde ve bu temele dayalıdır. Örneğin, halihazırda sosyal fobikler için seçilmiş bir filmi bu gruptaki insanlara izlettirerek önce kendilerini perdede görmelerini sağlamak ikincil amaçken, birincil amaç filmterapi sonunda kalabalık ortamda konuşmalara katılımını sağlamaktır. Onların kendilerini ifade edebilmeleri için filmden aldıkları doneleri kullanmalarını sağlayarak sosyalleşme konusunda ilk adımların atılmaya başlanmasını sağlayabilmekteyiz.

 

Filmterapi her gruptan danışan ve hasta gruplarına uygulanabilen etkin ve terapi sürecine ciddi katkı sağlayan bir yöntemdir.

 

Eleştiriler

 

İtalyan psikiyatr Massimo Fagioli gibi bazı uzmanlar sinemanın gündelik hayattan uzaklaşmayı sağlamakla birlikte depresyon gibi ciddi rahatsızlıkların tedavisinde kullanılamayacağını belirtmektedirler.

 

Konu hakkındaki yayınlar

 

Kitaplar

 

•  Solomon, 'Motion Picture Prescription: Watch This Movie and Call Me in the Morning, Aslan Publishing, Santa Rosa Claifornia, 1995

• John ve Jan Hesley, Rent Two Films and Let's Talk in the Morning: Using Popular Movies in Psycotherapy, New York: John Wiley & Sons, 1998

• Glen ve Krin Gabbard, Psychiatry and The Cinema, London, England: American Psychiatric Press, 1999

• Nancy Peske ve Beverly West, Cinematherapy: The Girl's Guide to Movies for Every Mood, New York: Dell, 1999

• Glenn Gabbard, Psychoanalysis & Film. London, England: H. Karnac, 2001

•  Fuat Ulus, Movie Therapy, Moving Therapy, Not Avail, 2003

• Michael A. Kalm, The Healing Movie Book - Precious Images: The Healing Use of Cinema in Psychotherapy. Lulu Press, 2004

• Danny Wedding ve Mary Ann Boyd, Movies & Mental Illness: Using Films to Understand Psychopathology, Ashland, OH: Hogrefe & Huber, 2005

• Birgit Wolz, E-Motion Picture Magic: A Movie Lover's Guide to Healing and Transformation. Centennial, Colorado: Glenbridge, 2005

•  Robinson, Reel Psychiatry: Movie Portrayals of Psychiatric Conditions . Port Huron, Michigan: Rapid Psychler Press, 2005

• Faruk Gençöz (editör), Psinema: Sinemada Psikolojik Bozukluklar ve Sinematerapi. Ankara: Hekimler Yayın Birliği, 2007

 

Makaleler

 

 • Gençöz, F., Aka, B.T. (2007) Sinema tadında psikoterapi: Sinematerapi. Bilim ve Teknik Dergisi, 40 (473), 58-61.

 • Gençöz, F. (2006) Sinemada psikolojik bozukluklar: Psinema. Bilim ve Teknik Dergisi, 39 (458), 82-86.

 • Aka, B. T. & Gençöz, F.(Baskıda) Sinematerapinin Mükemmeliyetçilik ve Mükemmeliyetçilikle İlgili Şemalar Üzerindeki Etkisi. Türk Psikoloji Dergisi.

  • Gençöz, F. (2008). Sinema Filmlerinde İntihar: Araştırma, Eğitim ve Sinematerapi. Kriz Dergisi, 16(2), 1-9.

  • Gençöz F. (2007). Sinema Filmlerinden Psikolojik Fayda Sağlamak. Güncel Psikoloji ve Psikiyatri Dergisi, 3(Yaz), 52-56.

  • Gençöz, F. (2007). Sinema, Duygular ve Sinematerapi. Popüler Bilim Dergisi, 163, 20-24.

  • Gençöz, F. (2007). Psikoloji, Psikiyatri, Psikoterapi, Sinema: Psinema. Güncel Psikoloji ve Psikiyatri Dergisi, 2 (Bahar), 52-55.

 

KELEBEK ETKİSİ / THE BUTTERFLY EFFECT

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kelebek Etkisi (Özgün adı: The Butterfly Effect), 2004 yılı ABD yapımı bir dram, bilim kurgu ve gerilim filmi. Başrollerini Ashton Kutcher, Amy Smart, Eric Stoltz paylaşmaktadır.

 

KONU

 

Evan Treborn doğuştan zihinsel sorunları olan bir çocuktur. Kötü olaylar yaşamış fakat gidip gelen hafızası yüzünden bu olayları tam olarak hatırlayamamaktadır. Zaman geçer, Evan artık bir yetişkin olur ve hafıza sorunu olmadan gayet normal bir yaşantı sürer. Bir gün küçüklüğünde sorunu çözmek için tuttuğu günlüklerden birini tesadüfen okur ve zamanda yolculuk yaparak yarım anılarının hatırlayamadığı karanlık kısmına döner. O anda değiştirdiği olaylar bulunduğu zamandaki yaşantısını etkileyecek ve geri döndüğünde kimsenin zarar görmediği normal bir hayat için mücadele verecektir.

 

OYUNCULAR VE KARAKTERLER

 

• Ashton Kutcher .... Evan Treborn

• Amy Smart .... Kayleigh Miller

• Melora Walters .... Andrea Treborn

• Elden Henson .... Lenny Kagan

• William Lee Scott .... Tommy Miller

• John Patrick Amedori .... Evan Treborn

• Irene Gorovaia .... Kayleigh Miller

• Kevin G. Schmidt .... Lenny Kagan

• Jesse James .... Tommy Miller

• Logan Lerman .... Evan Treborn

• Sarah Widdows .... Kayleigh Miller

• Jake Kaese .... Lenny Kagan

• Cameron Bright .... Tommy Miller

• Eric Stoltz .... George Miller

• Kevin Durand .... Carlos

• Callum Keith Rennie .... Jason Treborn

• Lorena Gale .... Bayan Boswell

• Ethan Suplee .... Thumper

• Tara Wilson .... Heidi

• Jesse Hutch .... Spencer

• Sarah Gruber .... Bystander

 

FİLMİN PSİKO-SOSYAL ANALİZİ

 

Bilim insanı tanımlarken şöyle der: Her birey biriciktir (unique), hepsi farklı farklı özelliklere sahiptir. Duyguları, düşünceleri, alışkanlıkları, yaşam tarzları, beklentileri, hedefleri vs. her insanın farklıdır. Bir de şöyle düşünün; bir insan var ki tektir ancak o tek bedende iki veya daha fazla kişilik veya kimlik vardır. Gerçek kişiliğinden diğer kişiliğe geçtiğinde ise asıl kişiliğinden haberdar olmayan, onun yaptıklarını hatırlamayan ayrı bir kişilik veya kişilikler mevcuttur. Gerçek kişiliği gayet uyumlu, sosyal kurallara uyan, insanları seven biriyken diğer kişiliğe geçtiğinde antisosyal olabilen, uyumsuz, suç işleyen, asıl kişiliği suça teşvik eden, onu yapmak istemediği şeyleri yapmaya zorlayan başka bir kişilik daha mümkün olabiliyor bu tek bedende. Ve bu değişiminin altında bilinmeyen şeyler ya da bastırılmış ruhsal, cinsel veya fiziksel kötüye kullanımlar söz konusu olabilir.

 

Evet anlatmaya çalıştığımız kişiliğe Dissosiyatif (Çoğul) Kimlik Bozukluğu diyoruz. Kişi özünde tektir ancak birden fazla kimlik ya da kişiliklere (alter) sahiptir. Diyelim ki kişi dissosiyatif kimlik bozukluğuna sahip ve 3 tane alteri var. Bu 3 alter cinsiyet farklılığı, ırk farklılığı gösterebilirken aynı zamanda benzer karakteristik özellikler de sergileyebilir. Bu bozukluk daha çok ergen ve erken yetişkinlik döneminde baş gösterirken, çocuklukta yaşanan ruhsal ve fiziksel kötüye kullanım başlıca nedeni olarak bozukluğun etiyolojisinde rol oynamaktadır. Ayrıca yine çocuklukta yaşanan bir ensestin de bu bozukluğa neden olabileceği bir takım araştırmalarca belirlenmiş ve literatüre geçmiştir.

 

Çocuklukta yaşanan cinsel bir kötüye kullanım olayı düşünelim. Örneğin çocuk birinci dereceden bir yakını tarafından tacize uğruyor ve bu taciz olayının onda yarattığı travmayı yenme adına bilinçaltında bir bölünme gerçekleşiyor dolayısıyla kişi gerçek kimliğini değil onu bu acı ve öfke veren olayı göğüsleyebilecek, o olaya tepki verebilecek bir başka kimlik oluşturmasına neden oluyor. Genellikle kendinde oluşan bu alter aslında tacize uğramamış ve uğramayacak bir kişi olarak çıkar. Bazen durum o kadar içinden çıkılmaz hale gelmeye başlar ki, alter denilen ayrı kişiliğin asıl kişiliğin yerine geçmek için asıl kişiliği intihara teşvik ettiği anlar bile yaşanır. Bu yüzden bu grupta öz kıyım veya öz kıyıma teşebbüs öyküleri bizler tarafından çok sık rastlanan semptomlar arasında yer almaktadır. İşin en ilginç yanı ise bu kişiliklerin birbirlerinden haberdar olmamaları ve birinin yaptığını diğerinin hatırlamamasıdır.

 

Bu bozuklukla ilgili bir takım tedavi yaklaşımları vardır. Bunlardan en etkilisi hipnoterapi olarak bilinir. Asıl amaç hipnoz esnasında bütün kişilikleri bir araya toplamak ve bir ego bütünlüğü oluşturmaktır. Ancak hipnoz esnasında beklenmedik olaylarla karşılaşabiliyoruz. Örneğin alterler arası geçişlerde beklenmedik tepkilerle karşılaşılabiliyor. Asıl kişilik normalde sessiz sakin biriyken, diğer alter bunun tam tersinde bir kişiliktir. Hipnoz seansı sırasında ego bütünlüğüne yaklaşmak istemeyen alter birden küfretmeye, fiziksel şiddete başvurmaya ya da sorularınıza cevap vermemeye başlayabilir. Hatta terapisti aşağılamaya, ona hakaret etmeye ve aşırı direnç göstermeye başlar. Siz eğer kişinin gerçekten çoğul kimlik bozukluğu tanısı olduğuna inanıyor ve hipnoz esnasında diğer alterleri seansa dahil edebiliyorsanız şunu deneyin: Önce asıl kimliğe bürünmesini isteyin ve önüne beyaz bir kağıt koyup adını yazıp imzalamasını isteyin, daha sonra diğer altere geçişi gerçekleştirin ve aynı uygulamayı bu sefer onun için yapın, daha sonra varsa diğer bir altere geçin ve yine aynı uygulamayı yaptırın. Burada asıl amaç tanıda yanılmamak ve alterlerin bu olaya nasıl tepki verdiğini görmektir. Böylece uyumlu olan alter veya alterlerle gerçek kimliği tek bir egoda buluşturun ve çoğunluğu sağlayın. Çünkü yanınıza ne kadar fazlasını alırsanız uyumsuz alteri de yanınıza çekmek o kadar kolay olacaktır. Yine bir örnek üzerinden gidecek olursak, 3 alterli bir vaka düşünün, bu alterlerden bir tanesi hiçbir anlaşmaya varmıyor ve sürekli direnç gösteriyor. Siz diğer alterlerin uyumlu olup olmadığını az önce söylediğim uygulama sayesinde bulup onları yanınıza alın ve hepsini tek güç yapıp dirençli ve uyumsuz olan alteri de yanınıza çekme planınızı gerçekleştirebilirsiniz.

 

Hipnozun yanı sıra ilaç destekli görüşme tekniklerini kullanarak iç görüye odaklı psikoterapiler de alternatifler arasındadır. Ancak antipsikotik ilaçlar hastada kısmen endike değildir. Bu kişilerde komorbidite (bir kişide birden fazla patolojik durumun asıl bozukluk veya hastalığa eşlik etmesi) söz konusu olabilir. Örneğin disosiyatif kimlik bozukluğu olan hastalarda aynı zamanda mental problemler, duygu durum bozuklukları ve başka kişilik bozuklukları görülebilmektedir dolayısıyla disosiyasyona eşlik eden bir psikotik bozukluğun veya bir maninin tedavisi için antipsikotik ilaçların desteği gerekmektedir.

 

 Sonuç olarak Dissosiyatif Bozuklukların içinde Dissosiyatif Amnezi, Dissosiyatif Fug, Depersonalizasyon Bozukluğu, Histerik Psikoz gibi alt tipler vardır. Biz ise bunlardan en ciddi olduğunu düşündüğümüz Dissosiyatif Kimlik Bozukluğunu ele almaya çalıştık. Esasında bu konu sayfalarca anlatılması gereken bir konu ancak en kısa şekilde ana hatlarıyla anlatmayı ve sizlere sunmayı amaçladık.

 

Kelebek Etkisi - Fragman

The Butterfly Effect - Trailer

Çoklu Kişilik Bozukluğu - İçeride (Kısa Film) 

 Dissociative  Disorder – Inside (Short Film)

AKIL OYUNLARI / A BEATIFUL MIND

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Akıl Oyunları (İngilizce: A Beautiful Mind), Nobel ödüllü Amerikalı matematikçi John Nash'in hayat hikayesini anlatan, yönetmenliğini Ron Howard'ın yaptığı 2001 yapımı biyografik dram filmi.

 

 KONU

 

Film, aynı adlı kitaptan senaryolaştırılmıştır. Esasen, John Nash adında bir şizofren matematikçinin hayat hikâyesidir. Nash, öğrenciliği sırasında oyun kuramı üzerine büyük başarılar elde etmiş parlak bir matematikçidir. Nash, öğrencilik yıllarından itibaren hayaller görmeye başlar. Mezuniyetinden sonra, zamanla paranoid şizofreni olur; fakat hasta olduğunun farkına varamaz. Bir konferans sırasında aniden bir psikiyatristin karşısına çıkması ile olaylar zinciri değişir. Hastaneye yatar ve bu nedenle akademik çalışmalarından uzaklaşır.

 

Hastalığı kendi çocuğuna zarar vermesine neden olacak noktaya gelince eşi yeniden hastaneye gitmesi gerektiğini düşünür. Uzun süre hasta olduğunu kabul edemese de sürekli gördüğü kız çocuğunun hiç büyümediğini fark eder. Bu durum onun hastalığını kabul etmesini sağlar. Nash, yaşadığı hayali gerçekleri görmezden gelerek onlarla yaşamaya çalışacaktır. Gördüğü tedaviler etkili olmasa da eşi ve eski iş arkadaşlarının desteğiyle her şeye yeniden başlar. Kendi akıl hastalığını yine kendi aklı ile dizginleyerek akademik çalışmalarına yeniden hız verir. Tekrar üniversitede ders vermeye başlar. Sonunda gösterdiği sıradışı mücadeleyle şizofreni ile birlikte yaşamına devam eder. Ve tarih bu müthiş dehaya, akıl hastalığını yine aklıyla yenerek hayatının geri kalanını bilime adamasından ve hastalığının başlamasından evvel yaptığı buluşlardan dolayı Nobel Ekonomi Ödülünü armağan eder.

 

OYUNCULAR VE KARAKTERLER

 

. Russell Crowe…..John Forbes Nash

. Ed Haris…..William Parcher

. Jennifer Connelly…..Alicia Nash

. Christopher Plummer…..Dr. Rosen

. Paul Bettany…..Charles

. Adam Goldberg…..Sol

. Josh Lucas…..Hansen

. Anthony Rapp…..Bender

. Jason Gray-Stanford…..Ainsley

. Judd Hirsch…..Helinger

. Austin Pendleton…..Thomas King

. Vivien Cardone…..Marcee

. Jill M. Simon…..Bar Co-Ed

. Victor Steinbach…..Prof. Horner

. Tanya Clarke…..Becky

 

FİLMİN PSİKO-SOSYAL ANALİZİ

 

ZEKA, ZİHİN ve AKIL

 

Bu üç kavram arasındaki farkın ne olduğunu, benzer yanlarının olup olmadığını kendimize sorduğumuzda, bu üç kavrama kısaca bir göz atmak yerinde olacaktır. Gerçekten bu üç kavram ne demek ve hangi durumlarda insanlar için bu sıfatları kullanırız ?

 

ZEKA

 

Zekâ, (Arapça: ذكاء) ya da ruh biliminde anlak zihnin öğrenme, öğrenilenden yararlanabilme, yeni durumlara uyabilme ve yeni çözüm yolları bulabilme yeteneğidir.Başka bir deyişle anlak, zihnin birçok yeteneğinin uyumlu çalışması sonucu ortaya çıkan bir yetenekler birleşimidir.En geniş anlamıyla, genel zihin gücü olarak da tanımlanabilir.Zihnin algılama, bellek, düşünme, uslamlama, öğrenme gibi birçok işlevini içerir.Sözcük çok geniş anlamda kullanılsa da psikologlar tarafından yaratıcılık, kişilik, bilgi ve akıl gibi değişik kategorilere ayrılmıştır.

Zekâ araştırmacılarının asıl alanı insanlardır, fakat hayvanların da öğrenme, anlama vs. yetenekleri üzerinde çalışmalar yapılmaktadır.

 

Zekayı Belirleyen  Etkenler

 

1- Kalıtım

 

Temelde zekâ doğuştan gelir ve büyük ölçüde kalıtımın etkisiyle belirlenir.Yapılan çalışmalarda çocuğun zekâsı ile ana-babanın zekâsı arasında yüksek düzeyde ilişki olduğu saptanmıştır.Çocuğun zekâ gücü anasıyla babasının zekâ gücü ortalamasına yakındır. Biraz altında ya da üstünde olabilir. Ana ve babanın döl gözelerinde, gen adı verilen ve kalıtımı belirleyen özellikler rastlantısal bir yolla çocuğa geçerler.

 

2- Doğum ve Öncesi

 

Çocuğun döl yatağında uygun beslenmesi, beyin kanlanma ve oksijen alımının yolunda gitmesi gerekir. Örneğin; zor bir doğum sırasında çocuğun soluğu uzun süre kesilirse, beyin gözeleri ölür ve sonuçta zekâsı etkilenir. Bunun gibi, beyin dokusunu doğum sonrasında örseleyen yaralamalar ve beyin yangıları da zekâ gizilini (potansiyelini) düşürebilir.Ananın gebelik süresince nasıl beslendiği de zekâ gelişimini etkileyen bir etkendir.

 

3- Çevre

 

Çocuk doğuştan getirdiği zihinsel gizilini kullanabilmek ve geliştirebilmek için varsıl uyarıcılarla donatılmış çevreye ihtiyaç duyar.Çevrenin zekâyı tam olarak ne ölçüde etkilediği saptanamamıştır.İlk yaşlarda ana babanın uyarması, ilgisi, zekâyı geliştirebileceği gibi, bunun tersi de olabilir. Bu konuda genellikle gözlenen, eğitim düzeyi düşük bir ana-babanın çocuğuna anlaksal yoldan ilgisinin az olduğu ve çocuğun (okul çağına gelene kadar) zekâ gelişiminin yavaş olduğudur.Genel olarak zekânın %75'i ilk dört yılda oluşur ve 20 yaşına kadar gelişimini sürdürür.

 

ZİHİN

 

Zihin ya da bilinç; düşüncenin, algılamanın, belleğin, duygunun, isteğin ve düşlemenin bazı birleşimlerinde görünür olan bilincin ve zekânın kolektif görünüşlerini kapsar. Zihin bilinç akışı olarak tanımlanabilir. İnsan beyninin bilinçli süreçlerin tümünü içerir. Ayrıca bu sözcük kesin içeriklerde hayvanların bilinçli veya insanların bilinçaltı düşüncelerinin çalışmasını içermek için kullanılır. "Zihin" mantığın düşünce süreçlerine özellikle değinmek için sıklıkla kullanılır.

 

Zihnin ne olduğu ve nasıl çalıştığı ile ilgili; Plato, Aristo, Adi Shankara, Siddhārtha Gautama, Antik Yunan ve Hint felsefecilere tarihlendirilen birçok teori vardır. Ön bilim teorileri teoloji, ruh ve zihin arasındaki beraberliğe yoğunlaşmış kişisinin tanrının verdiği veya ilahi öz varlığına kök salmıştır. Modern teoriler, zihni, beynin bilimsel anlamı üzerine kurulmuş, psikoloji'nin bir olgusu ve az çok bilinç ile eş anlamlı olarak sıklıkla kullanılan bir terim olarak görür.

 

Aynı zamanda insan öz niteliklerinin zihni hazırlamasının sorunu fazlaca tartışılır. Bazıları sadece yüksek entelektüel işlevlerin zihni meydana getirdiğini iddia eder: bilhassa mantık (reason) ve bellek. Bu görüşte, doğada duygular (sevgi, nefret, korku, sevinç) ilkel veya özneldir ve aklın kökeninden veya doğasından ayrı olarak görülmelidir. Diğerleri insan kişisinin benzer doğada ve kökende olan duygusal ve rasyonel taraflarının birbirinden ayrılamayacağını iddia eder ve tümü bireysel zihnin bir parçası olarak görülmesini savunur.Zihnin popüler kullanımı çoğunlukla düşünüş ile eşanlamlıdır: ‘kafamızın içinde yürüttüğümüz’ kendimiz ile özel konuşmalardır. Bunun için biz bir şey hakkında "Zihni takar"ız, "Zihin yorar"ız veya "(Bir şeyi)Zihnimize yerleştirir"iz. Bu duyuda zihnin anahtar öz niteliklerinden biri sahibinden başka hiç kimsenin erişemediği bir özel alan olmasıdır. Hiç kimse bizim zihnimizi okuyamaz ve sadece ilettiklerimizi bilirler.

 

AKIL

 

Akıl (Arapça: عقل) ya da us, felsefede kavram oluşturma ve bunlara göre hükmetme kapasitesidir. Bugün Batı'da bu kavramı, büyük ölçüde aklı anlayışla yüzleştiren, ancak algılamadan ayıran Alman filozofu Immanuel Kant'ın etkisindedir.Immanuel Kant'a göre aklın sınırları şöyle çizilmiştir:

 

"Akıl, fenomenlerin benzerliğinden kurallara varma yeteneğidir." Başka bir yerde de Akıl, kösnüllüğü kendi sınırlarını genişletemeden kısıtlar demektedir.

 

Rudolf Eisler'in kapsamlı tanımına göreyse,

 

" Akıl (logos, epistêmê, intellectus, intelligentia, ratio, entendement, understanding) geniş kapasmıyla kösnüllüğün karşısındaki zekâ olan düşünme gücüdür. Daha dar bir kapsamdaysa akıl, anlayış karşısında ruhun bir bütün olarak anlama, (doğru) kavrama (soyutlama) hükme varma kapasitesidir. Kısacası akıl, birbiryle bağlantı kurarak kıyaslayan, inceleyen düşünce ve anlama, yani kelimelerin ve kavramların manalarını bilme yeteneği demektir. Akl-ı selim (bon sense) ise özel bir eğitim almadan normal insanda doğal olarak mevcut olan, normal, metodik olmakdan uzak ve dolayısıyla yanlış sonuçlara daha kolay varabilen kavrama ve hüküm verme gücüdür."

 

Arthur Schopenhauer'de akıl, sebep ve sonucu ayırt etmektir:

 

" Maddenin öznel bağıntısı veya aynısı olan nedensellik akıldır ve bundan başka bir şey değildir. Tek işlevi ve tek gücü nedenselliği kavramaktır. "

 

Klasikleşmiş olmasına rağmen kavramı tanımlamaktan uzak René Descartes'in sözü de tanınmıştır:

 

" Akl-ı selim, Dünya'da en iyi dağılmış olandır; zira herkes ondan nasibini iyice almış olduğunu sanır. Hatta her konuda zor memnun edilebilen kişiler bile sahip oldukları akıldan fazlasını istememektedirler."

 

 

 

 

 

 

 

' Şizofreni ' - ( Kısa Film )

 ' Schizophrenia ' - ( Short Film )

Akıl Oyunları / Resmi HD Fragman

A Beautiful Mind / Official HD Trailer

MATRIX / MATRIX

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Matrix serisi, temel olarak Matrix, Matrix Reloaded ve Matrix Revolutions olmak üzere 3 sinema filminden oluşur. Tüm filmler aynı sanal dünyada geçer.

 

 KONU

 

I- İkinci Rönesans

 

Milenyum çağının ortalarında insanoğlu yapay zekaya can vermiş ve tüm yükümlülüklerini makinelere devrederek yavaş yavaş tüketim toplumuna dönüşmeye başlamıştır.Robotlar insanların verdiği tüm görevleri yerine getirmekte fakat bu canlılardan saygı görmemektedir.Bir robot sahibine direniş gösterir ve insan gibi bir zekaya sahip olduğu için insan gibi yargılanır.Dava sonucunda o ve onun modelini imha etme kararı alınır ve robotlara karşı tam bir saldırı başlar. Sosyal ortamdaki son robot çalışmaz hale geldikten sonra diğer modeller birleşir ve dünya üzerinde bir noktada birleşerek kendilerinin "01" olarak adlandırdıkları bölgede toplanırlar. Birkaç dönem sonra üretip dünya pazarına sundukları cihazlar tüm gezegenin ekonomik dengesini bozunca durumun ciddiyetini anlayan insanlığın tüm liderleri birleşir ve robotların başlıca enerji kaynakları olan güneş'in karartılması kararını alırlar.

 

2- Savaş

 

Dünya atmosferine atılan sis bombası benzeri kimyasallarla gezegenin hiçbir yeri güneş görmeyecek şekilde kapatılır ve arkasından insanların taarruzu başlar.Fakat makineler onların aciz bedenlerinin saldırısına hazırlıklıdır.Dev makine ordularıyla insanlığı yeryüzünden silen robotlar savaş sonrası gözünü mazlumlara diker.

 

3 - Yeni Dünya Düzeni

 

Savaşta insanoğlunun bedenini derinden inceleyen makineler, yok olan güneşin ardından yeni enerji kaynaklarına yönelir. Araştırmalarının sonunda insan bedenindeki ısıyı füzyonun bir türüyle birleştirip elektrik enerjisine dönüştürebilen makineler, buldukları üreyen ve kendini yenileyebilen bu yeni enerji kaynağının beyinlerini insanlığın en mükemmel yıllarını içeren Matrix adını verdikleri simulasyonla uyuşturarak bedenlerinden faydalanır ve bu şekilde karşılıklı bir yaşam döngüsü oluşur.

 

4 - Matrix

 

Matrix programının tasarımcısı ( Architect ) ilk sürümlerde insan için tamamen kusursuz bir dünya kurar.Bu mükemmel dünyaya inanmayan insanlar simulasyondan uyanmaya kalkışır.Tam tersi bir dünyada ise insanlar simulasyonun içinde ölmektedir.Mimar güncelleştirmeler sonunda en son 19.yüzyıl dünyasını inşa eder ve insan psikolojisini araştırmak üzere programa Kahin ( The Oracle ) karakterini dahil eder. Yıllar içinde anormal insanların yeniden uyanmayı denemesi ve bunların birleşerek sistemi çökertmesi riskine karşılık kahin programa " Seçilmiş Kişi " ( The One ) senaryosunu entegre eder. Programa göre seçilmiş, Matrixte üstün güçlere sahip olacak, ve insanları matrix'ten kurtaracaktır.

 

5 - The One

 

Yüzyıllar süren Seçilmiş kişi döngüsünde kurtarılan insanlar gerçek dünyada Zion adını verdikleri yeraltı şehrini kurar ve insanlığı orada devam ettirirler. Hovercraft benzeri uçan gemileriyle yeryüzüne yaklaşarak korsan sinyallerle matrix'e geçici olarak yeniden girebilen zion insanları hayatlarını olası savaşı durdurabilmesi ümidiyle seçilmiş kişiyi matrixte arayarak geçirirler.Bu kaçak girişleri önlemek maksadıyla sisteme Ajan adı verilen matrix'e bağlı her kişiliğe girip çıkabilen sistem temellerine uygun olarak güçlendirilmiş programlar yerleştirilmiştir.Zionlular Matrix'te seçilmiş kişiyi ararken ayrıca ajanlardan da kaçmak zorundadırlar.

 

6 – Döngünün Sonu

 

Kahinin uyanmayı deneyen insanları temizlemek için, her iki tarafta tüm insanların ölümüyle sonuçlandığı bu reset-loop çözümüne bir süre sonra kendi de razı olmamış ve son döngüde seçilmiş kişiye yüklediği gücün aynısını Smith adlı bir ajanada yükleyerek onları kendi haline bırakmıştır.Virüs gibi kendini kopyalayan smith tüm matrix'i ele geçirir ve donanımsal olarak matrix'i kontrol eden makinelerede bulaşmaya başlar.Virüs tehdidi altında olan makineleri kurtarabilecek tek kişi ise o dönemdeki seçilmiş kişi olan Neo'dur.

 

7 - Barış

 

Makine şehrine giderek anlaşma yapan Neo, Matrix'e yeniden girerek Smith ile karşılaşacak, fakat ona entegre edilmiş kodun kendisininkiyle aynı olduğunu fark ettikten sonra virüsün kendisinede bulaşmasına izin vererek onu ve kendini tamamen yok etmiş olacak, ve anlaşma gereği Makinelerle insanlık arasındaki savaş sona erecektir.

 

OYUNCULAR VE KARAKTERLER

 

. Thomas A. Anderson…..Neo

. Laurence Fishburne….. Morpheus

. Carrie-Anne Moss…..Trinity

. Collin Chou…..Seraph

. Gloria Foster …..Kâhin

. Paul Goddard…..Ajan Brown

. Robert Taylor.....Ajan Jones

. Hugo Weaving…..Ajan Smith

. Daniel Bernhardt …..Ajan Johnson

 

GERÇEK Mİ DÜŞ , DÜŞ MÜ GERÇEK ?

 

Varoluşumuz kadar eski olan bu soru Matrix filmiyle yine gündeme geldi.İlkçağ filozoflarından platon idealar sistemi diye bir düşünce atmıştır ortaya. Bu düşünceye göre 5 duyu ile algıladığımız nesneler gerçek değil, gerçeğin birer yansıması olan gölgelerdir. Gerçeğe ulaşmak için akıl yürütmemiz gerekir. Platon bu düşünceyi yaklaşık 2400 yıl önce ortaya atmış ve daha iyi anlaşılabilmesi için mağarada yüzü duvara dönük yaşayan bir esirin hikayesini anlatmıştır. Mağaradaki bu esir, dışarıdaki gerçek nesnelerin yansıyan gölgelerini görüyordur bu duvarda. Gölgeleri gerçek sanır. Oysa bu gölgeler asıl nesnelerin sadece birer yansımasıdır. Köle yüzü hep duvara dönük olduğu için gerçek dünya hakkında ancak bu gölgelere bakarak bir akıl yürütebilir. Tabii eğer gölgelerin gerçek olup olmadığından şüphelenebilirse.Buradan yola çıkan Platon yaşadığımız dünyayı beş duyu ile algılayan bizlerin de aynı durumda olduğunu ileri sürer. Beş duyu ile algıladığımız nesnelerin işte bu gölgeler gibi sadece gerçeğin birer yansıması olduğunu ileri sürer.

 

Bu hikayenin 2400 yıl önce anlatıldığını söylemiştik. Ancak bugün bu hikaye beyaz perde de olsa hala değişik biçimlerde anlatılıyor. Her ne kadar gelişen teknolojinin nimetlerinden yararlanılarak bazı değişiklikler yapılsa da hikayenin özü yine aynı. Evet Matrix den bahsediyoruz. 2400 yıl önceki platonun mağaradaki köle hikayesinin çağdaş versiyonu. Hikayenin özü yine aynı, mağarada köle olduğunun farkına varıp, özgürlüğe, gerçeği bulmaya, özüne ulaşmaya duyulan merak ve arzu.

 

Kültürümüzde de bu tür anlatılar oldukça yaygındır. Tasavvufa göre tüm dünyadaki nesneler, aslında tanrının birer yansımalarıdır. Asıl olan tanrıdır. Bizler dahil tüm varlıklar onun farklı şekillere bürünmüş tezahürleriyizdir. Ve her varlık varoluşu gereği özüne doğru akmak, onunla bütünleşmek arzusundadır. Akarsuların birleşerek denize akmak istemeleri gibi. İşte tasavvufa göre de bu özünden kopuş ve ayrılık bizi tıpkı platonun mağarasındaki köle gibi gölgeler dünyasının esiri yapar.

 

Yukarıdaki örneklerden sonra şu soruyu sormak gerekir. Bizler bir düş dünyasında mı yaşıyoruz? Gerçek dediğimiz elle tutup gözle gördüğümüz dünya, aslında gerçeğin bir yansıması olabilir mi? Eğer bu saydıklarımızın, hiçbir bilimselliği olmayan saçmalıklar olduğunu, masallar veya hikayeler olduğunu düşünüyorsanız, sıkı durun. Fizikte şuan popüler olan 11 boyutlu evren teorisine göre, bu mümkün. Şu an yaşadığımız evren 4 boyutlu bir evren. En, boy, genişlik, ve zaman. Bir fotoğraftaki resim ise 2 boyutlu sadece eni ve boyu var resmin kalınlık ve zaman yok. Nasıl ki 4 boyutlu evrenin yansıması 2 boyutlu bir fotoğraf olabiliyor ise, 11 boyutlu evrenin yansıması da, bizim yaşadığımız 4 boyutlu evrenimiz olabiliyor ünlü fizikçi Hawking'e göre.

 

Pek iyi bu ve benzeri bazı hikayeler niçin binlerce yıldır anlatılıyor, oynanıyor, filme çekiliyor olabilir acaba. Tarih içerisinde hemen her kültürün efsanelerinde masallarında, var olan ve özünde aynı konunun işlendiği bu ve benzeri hikayelerin kaynağı ne? Bu kültürler birbirlerinden habersiz, nasıl oluyor da benzer efsaneler, hikayeler, metaforlar yaratıyor ve benzer sorular sorabiliyorlar. Bu ortaklık yoksa bizim aynı bütünün-gerçeğin tezahürleri olduğumuza mı işaret ? Eğer gerçekten öyle ise, biz o bütünün gölgeleri olmuş olmaz mıyız? Son olarak bütün bunlar doğru ise ne için yaşıyoruz? Daha da kötüsü bütün bunlar birer saçmalıksa ne için yaşıyoruz...

 

FİLMİN PSİKO-SOSYAL ANALİZİ

 

Gösterime girdiğinde herkeste büyük ilgi uyandırdı. TV. Programları yapıldı, yazıldı. Hatta bir felsefe dergisinde ''Kırmızı hap mı ? Mavi hap mı ?'' diye kompozisyon yarışmaları bile düzenlendi. Filmin bu kadar ilgi görmesini, kimileri hareketli sahnelere ,kimileri ise taşıdığı dinsel temalara bağladı.

 

Bizce filmin bu kadar büyük ilgi görmesinin altında yatan ana neden, bilinçdışının telafi edici yönü. Bilinçdışı tehlikeyi her zaman olduğu gibi bizden önce fark etti. Ve bu filmin yazılması, çekilmesi kaçınılmaz oldu. Gösterime girdiğinde ise bilinçdışımızın ihmal edilmiş yönleri, bizi bu filme çekti. Pekiyi, neydi bu bilinçdışının ihmal edilen yönleri? Ve bizi neye karşı uyarıyorlardı.

 

Serinin birinci filminde, özellikle vurgulanan tek şey vardı

 

'' GERÇEK NEDİR ? '' ve '' UYAN ! ''

 

- Peki biz gerçekten uyuyor muyuz ?

 

- Gördüğümüz her şey aslında bir yanılsama, bir düş mü ?

 

Eğer, dış dünyanın gerçekliğini beş duyumuzla ( görme, işitme ,tat, koku ve dokunma ) test ediyorsak, beş duyumuz ,sadece sinirsel iletiyle beynimize ulaşan elektrik sinyallerinden ibaret. Dolayısıyla gördüğümüz her şeyin bir yanılsama olması ihtimali mümkün. Ancak biz bu tartışmayı, felsefecilere bırakıp, olayı somut dünyadan hareketle, bilinçdışı içerikler açısından değerlendirmek istiyoruz.
 

Evet bugün biz bir düş dünyasında değiliz, bir küvezde yaşamıyoruz ve başımızdan kollarımıza kadar kablolar yok. Ancak, yaşadığımız dünyada kendi korunma reflekslerini oluşturmuş hakim siyasal, ekonomik, kültürel bir yapı var. Ve bu yapı kendi devamlılığı için, oluşturduğu ideal insan tipinin üzerinde yükseliyor. Hem de giderek artan bir hızla. Yükseldikçe de ( Matrıx’ deki makineler gibi ) onu oluşturan insanın kontrolünden çıkıyor.

Bu yapının insan doğasına ne kadar uyduğunu ise günümüz insanının kalabalıklaştıkça yalnızlaşan, ekonomik olarak kalkındıkça, ruhsal olarak dibe vuran yaşamına bakarak anlayabiliriz.

 

Kontrolden çıkan bu sistemimin görünmez kabloları bize sürekli '' Mutlusun, terfi ettin, zengin bir adamla evlisin, yeni bir araba aldın,okulu bitirdin '' demesine rağmen ta içimizde, derinliklerimizde, tanımlayamadığımız, bizi rahatsız eden ve sürekli dönüp duran bir şeyler var. Neo’ nun içinde dönüp duran ve onu sürekli rahatsız eden o şey gibi. O şeydi Neo’ yu Morpheusa götüren . Ve yine o şey sizi bu yazıyı buraya kadar okumaya iten.Ancak Neo, varoluşsal yolculuğuna , Morpheusa gitmekle değil, Kırmızı hapı seçmekle başlar. Morpheus ona yolu gösterir , ancak seçimi Neo yapar ve tavşan deliğinin derinliklerine doğru gizemli bir yolculuğa çıkar. Hem de geri dönülmez bir yolculuğa.

 

Matrix Fragman (1999)

Matrix Trailer (1999)

RADYO / RADIO

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Radyo, Mike Tollin tarafından yönetilmiş 2003 Amerikan yapımı yarı biyografik, spor içerikli bir drama filmidir. Gary Smith’ in 1996 yılında yazdığı "Someone to Lean On" adlı  romanından yola çıkılarak çekilmiş  film. Film T. L. Hanna Lisesi futbol koçu Harold Jones (Ed Harris) ve zihinsel özürlü genç dostu, James Robert " Radyo " Kennedy (Cuba Gooding Jr.) ‘ nin  gerçek hikayesi üzerinde temellenmiştir. Debra Winger ve Alfre Woodard’ da bu filmin yıldız oyuncuları arasında. Film dönem özelliklerini yansıttığı için yönetmen tarafından Walterboro, Güney  Carolina çekilmiş.

 

 KONU

 

Harold Jones işinden başka bir şeyle ilgilenmeyen bir futbol koçu. James Robert Kennedy ise daha çok Radio adıyla biliniyor. Zihinsel (Otistik) olarak ağır olduğu için okumamış, çevresindeki insanların eğlence kaynağı. Bu iki insanın yolları küçük bir kasabada kesişiyor. Ve ikisinin de kaderini değiştirecek bir ilişki başlıyor.

 

OYUNCULAR VE KARAKTERLER

 

. Cuba Gooding Jr.….. James Robert " Radyo " Kennedy

. Ed Haris…..Coach Harold Jones, futbol koçu

. Debra Winger….. Bayan. Linda Jones

. S. Epatha Merkerson….. Maggie Kennedy, Radyo'nun annesi

. Sarah Drew….. Mary Helen Jones

. Alfre Woodard…… Principal Danie

. Brent Sexton….. Honeycutt, basketbol koçu
. Riley Smith…..Johnny Clay

. Chris Mulkey….. Frank Clay, Johnny' un babası

. Patrick Bren….. Tucker

 

FİLMİN PSİKO-SOSYAL ANALİZİ

 

“ Uyaran Eksikliğiyle Başlayan ve Otizm İle Sonuçlanan Süreç “

 

ÇOCUKLARDA UYARAN EKSİKLİĞİ

 

Teknolojinin gelişmesi ile birlikte çocuklarımız anne - babalarından daha çok teknoloji ile vakit geçiriyorlar. Televizyonlar, bilgisayarlar, tabletler, cep telefonları artık çocukların oyuncakları haline geldi. Gününün çoğu zamanını bu şekilde teknolojik aletlerle veya televizyonla geçiren çocuklarda uyaran eksikliği görülüyor. Çocuk psikolojisi içinde özellikle 0 - 2 yaş çocuklarda görülebilen uyaran eksikliğinde geç konuşma, asosyallik, iletişim problemleri gibi belirtiler ortaya çıkıyor. Unutmamamız gereken en önemli husus esasında şu; çocuklarımız teknoloji ile dünyaya gelmiyor, onları anne - babalar olarak biz teknolojiye itiyoruz. İlgiden yoksun olan bu çocuklardaki duygusal boşluğu teknoloji dolduruyor ve karşımıza uyaran eksikliği tablosu çıkıyor.

 

Dışarıdan doğru bir şekilde uyaran almayan ve yeterli dış uyaranlar ile beslenemeyen çocuk sosyal başarısızlık, konuşma güçlüğü, iletişim problemleri yaşamaya başlıyor ve bu tablo otizme kadar gidebiliyor. Bu konuda ailelere çok önemli görevler düşmekte. Çocuğu yeterli uyaranlarla besleyebilmek, sevgi ve ilgi ihtiyacını karşılayabilmek, onunla kaliteli vakit geçirmek sağlıklı ve başarılı bireylerin yetişebilmesi için en önemli gerekliliklerin başında geliyor.

 

OTİZM

 

Otizm üç yaşından önce başlayan ve ömür boyu süren, sosyal etkileşime ve iletişime zarar veren, sınırlı ve tekrarlanan davranışlara yol açan beynin gelişimini engelleyen bir rahatsızlıktır. Bu belirtiler otizmi, Asperger sendromu gibi daha hafif seyreden otistik spektrum bozukluğundan (OSB) ayırır. Otizm kalıtımsal kökenlidir ancak kalıtsallığı oldukça karmaşıktır ve OSB’nin kökeninin çoklu gen etkileşimlerinden mi yoksa ender görülen mutasyonlardan mı kaynaklandığı çok açık değildir. Nadir vakalarda, doğum sakatlıklarına neden olan etmenlerle yakından bağlantılıdır. Diğer görüşlere göre ise çocuklukta yapılan aşılar gibi nedenler tartışmalıdır ve aşı kökenli varsayımların ikna edici bilimsel kanıtları yoktur. Yakın dönem araştırmaları otizmin prevalansını 1.000 kişiye bir ya da iki vaka olarak tahmin eder, aynı araştırmalardaki tahminlere göre OSB yaklaşık 1.000 kişide altı vakadır ve erkeklerde rastlanma oranı kadınlara göre 4,3 kat daha fazladır. Otizm vakalarının sayısı 1980’lerden beri oldukça fazla oranda artmıştır. Bunun nedeni kısmen tanı koyma yöntemlerindeki değişikliklerdir; gerçek prevalansın artıp artmadığı anlaşılamamıştır.

 

Otizm beynin birçok kısmını etkiler ama bu etkinin nasıl geliştiği çok iyi anlaşılamamıştır. Ebeveynler genellikle çocuklarının yaşamının ilk iki yılında belirtileri fark eder. Erken davranışsal ya da kavrayışsal müdahaleler çocukların kendine bakabilme yetisi ile sosyal ve iletişimsel yetiler kazanmasına yardımcı olabilir. Otizmin çaresi yoktur. Otistik çocukların çok azı erişkin olduktan sonra bağımsız yaşamakta, bunlardan bir kısmı bunda başarılı olabilmektedir. Bazılarının otizme bir çare aradığı, diğerlerinin de otizmin bir bozukluktan çok bir durum olduğuna inandığı bir otistik kültür ortaya çıkmıştır.

 

 

OTİZM ancak bu kadar güzel anlatılır !

Radyo - Film Fragmanı ( 2003 )

Radio - Movie Trailer ( 2003 )

bottom of page